Header Ads

Gerçekleri Çarpıtan 10 Film


Bir seyirciyi etkisi altına alan en önemli unsurlardan biri izleyeceği yapımın yaşanmış bir olaya dayalı olup olmamasıdır. Bir yapımın gerçek hayata yakınlığı arttıkça, izleyicinin bağ kurma ihtimali de aynı oranda artış gösterecektir. İzlediği yapımın gerçek bir olayı aktarması seyircinin gözünde o filmi daha özel kılar ve bunu başarılı bir pazarlama stratejisine dönüştürme konusunda yapımcılar ve senaristlerden ustası yoktur. Hatta ve hatta bu tür yapımları Akademi ödüllerine açılan bir kapı olarak nitelendirmek hiç de yanlış olmayacaktır. Sinema tarihinde bu tür adaptasyonların eksiksiz ve başarılı örneklerine tanık olmakla beraber; gerçeklerin manipüle edildiği yapımlarla da sıklıkla karşılaşıyoruz. Braveheart’tan A Beautiful Mind’a gerçekleri olduğu gibi yansıtmayan 10 yapımı içeren listeyi sizlerle paylaşıyorum.

Gerçekleri Olduğu Gibi Yansıtmayan 10 Film!


The Texas Chainsaw Massacre (1974)
texas-chainsaw-massacre-1974-filmloverss

Tüm zamanların en etkileyici korku filmlerinden The Texas Chainsaw Massacre, bir grup arkadaşın Teksas’ta maskeli bir akıl hastası tarafından elektrikli testereyle öldürülmesini konu alır. Filmin yönetmeni Tobe Hooper ise seyircilerin ilgisini artırmak için gerçek olaylara dayandığı ibaresini eklemiştir. Ne var ki, Texas Chainsaw Massacre, Ed Gein adlı seri katilin işlediği cinayetlerden genel hatlarıyla ilham alsa da senaryo açısından ele aldığımızda tamamen hayal ürünüdür. Tobe Hooper bu yalanından kazançlı çıkar ve sadece 300,000 dolar bütçeli bir yapımdan 30 milyon dolar gelir elde eder.
Good Morning, Vietnam (1987)
Good-Morning-Vietnam-robin-williams-filmloverss

Yönetmenliğini Barry Levinson’ın üstlendiği ve başrolde Robin Williams’ı izlediğimiz Good Morning, Vietnam bir radyo programcısı olan Adrian Cronauer’in hikayesini konu alır. Düzene aykırı, idealist ve savaş karşıtı bir portre çizen Cronauer, Vietnam’da Amerikan Silahlı Kuvvetleri’nin radyosunda çalışmak üzere görevlendirilir. Bu süreçte Cronauer’in başından geçen olaylar oldukça eğlenceli bir üslupla ele alınır. Fakat gerçekler filmde gördüğümüzden farklıdır. Adrian Cronauer’in hikayesi Robin Williams’ın komedi üslubuna uyabilmesi için yeniden düzenlenir, bir nevi yeniden yazılır. Cronauer, Williams gibi güzel parçalar seçen iyi bir radyocu olsa da Williams’ın yaptıklarının birini bile gerçekleştirmesi onu mahkemelik ederdi. Bunlara ek olarak, savaş karşıtı bir liberal olarak izlediğimiz Cronauer’in aslında tam bir cumhuriyetçi olması gibi birçok yanlış gözümüze çarpıyor.
Lean On Me (1989)
Lean on me

New Jersey’deki Eastside Lisesi, öğrencilerinin başarısızlığından dolayı hükümet tarafından denetim altına alınır ve devlet lisenin yönetimini ele geçireceğine dair tehditlerde bulunur. Morgan Freeman’ın canlandırdığı Joe Clark karakteri ise bu durumun düzeltilmesi adına okul müdürü olarak atanır ve ardından olaylar gelişir. John G. Avildsen’ın yönetmenliğini üstlendiği filmin sonunda öğrencilerin notlarının düzeldiğini ve herkesin mutlu bir şekilde dans edip şarkı söylediğini görürüz. Oysa filmde bize yansıtılan mutlu son hiçbir zaman gerçekleşmez. Öğrencilerin notları hiçbir zaman düzelmemiştir, devlet okulu gözetim altına alacağı konusunda hiçbir tehditte bulunmamıştır ve Joe Clark sadece çok kısa bir süre için müdürlük yapmıştır. İlginç bir anekdot vermek gerekirse, Clark istifa ettikten 1 yıl sonra devlet okulun yönetimini gerçekten ele geçirir. Başta böyle bir tehditte bulunmadıklarını göz önünde bulundurursak, filmden oldukça etkilenmiş olmalılar.
Braveheart (1995)
Braveheart-filmloverss

Sinema tarihinin en harikulade yapımlarından Braveheart da ne yazık ki bu kervana katılan filmler arasında yer alıyor. Mel Gibson’ın yönetmenliğini üstlendiği film, 13. Yüzyılın İskoçyasında geçer ve bir özgürlük savaşçısı olan William Wallace’ın hem ailesini hem de çocukluk aşkını kaybetmesi sonucunda intikam almak için halkı örgütlemesini ve İngiliz kralı King Edward’a karşı bir isyan başlatmasını konu alır. Filmin senaristi Randall Wallace senaryoda bazı “yaratıcı” değişiklikler yaptığını kabul etse de, aslında yeni bir kurgusal dünya yaratıyor. Wallace’ın halkı İngilizlere karşı örgütlediği doğru olsa da filmde gerçek olduğunu düşündüğümüz birçok olayın tarihi açıdan yanlış olduğunu belirtmekte fayda var. Gerçekte “ilk gece hakkı” (primae noctis) olayı yaşanmaması, İskoç eteklerinin 13. Yüzyılda kullanılmıyor olması ve Stirling Köprüsü Muharebesinin izlenilenin aksine küçük bir köprüde gerçekleşmesi, Prenses Isabelle’in Wallace’la hiç tanışmamış ve dolayısıyla aşk yaşamamış olması ve Robert the Bruce’un Wallace’a ihanet etmemiş olması hatalardan sadece birkaçı.

The Hurricane (1999)

The Hurricane

Norman Jewison’ın yönetmenliğini üstlendiği The Hurricane, haksız yere cinayetle suçlanan ve hapse atılan yetenekli boksör Rubin “Hurricane” Carter’ın etkileyici hikayesini ele alıyor. Efsanevi müzisyen Bob Dylan’ın “Hurricane” parçasına da göndermelerde bulunan yapımda Denzel Washington’ın başarılı performansı filmin duygu yüklü atmosferini destekleyen en önemli etkenlerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Filmin sonunda ise 20 yılın ardından Hurricane’in masum olduğunun kanıtlandığını ve serbest bırakıldığını görüyoruz. Filmdeki gerçek dışı ögeleri inceleyecek olursak, filmde Carter’ın hakemlerin ırkçı yaklaşımlarından dolayı onun tarafını tutmamalarına tepki olarak Joey Giardello’yu öldüresiye dövdüğünü görüyoruz fakat gerçekte böyle bir olay gerçekleşmiyor ve bu hata Joey Giardello’nun yapımcılara dava açması ve kazanmasıyla sonuçlanıyor. Carter cinayet suçunu işlemiş olduğu kanıtlanmasa da geçmişinde taciz, silahlı soygun ve gasp gibi birçok suç işlediği biliniyor. Hapishaneden çıkmasını sağlayan kanıtların aslında hiç olmadığı ve mahkemenin çeşitli sebeplerden dolayı Carter’ı serbest bıraktığı da karşımıza çıkan unsurlar arasında.

A Beautiful Mind (2001)
A-Beautiful-Mind-filmloverss

Dahi matematikçi John Nash’in sıradışı yaşam öyküsünü çarpıcı bir üslupla seyirciyle buluşturan Akademi ödüllü A Beautiful Mind da barındırdığı hatalarla gerçeği yansıtma konusunda yetersiz kalan yapımlardan biri olarak karşımıza çıkıyor. A Beautiful Mind ne yazık ki Nash’in yaşadıklarına dair gerçekle bağdaşmayan bir portre çiziyor. Gerçekte Nash’in hastalığı daha ciddi ve kaotik özellikler taşıyordu. Örneklendirecek olursak Nash Princeton’dan mezun olduktan sonra uzaylıların ona New York Times aracılığıyla şifreli mesajlar gönderdiğini, kırmızı kravat takan herkesin gizli bir komünist örgüt üyesi olduğuna inanıyor ve profesörlerine Papa olduğunu iddia ediyordu. Bütün bu olumsuzluklara rağmen ekonomi için bir devrim niteliğinde olan teoremini geliştirmeyi başardı. Nash’in Nobel ödül töreninde bir konuşma yapmaması, saygı duruşu niteliğindeki kalem sahnesinin hiç gerçekleşmemiş olması, Nash’in eşcinsel eğilimi ve deneyimlerinden, evliliğinde sürekli yaşadığı sorunlardan da söz edilmediği dikkat çeken detaylardan birkaçı.
Open Water (2003)
Open-Water-filmloverss

Chris Kentis’in senaristliğini ve yönetmenliğini üstlendiği Open Water, Tom ve Eileen adındaki iki dalgıcın bir tekne gezisinde unutulmaları sonucunda okyanusun ortasında mahsur kalmaları ve ardından köpekbalıklarıyla dolu okyanusta hayatta kalma mücadelelerini ele alıyor. Open Water’ın kolaylıkla klişe olarak nitelendirebileceğimiz senaryosu yapımcıları memnun etmemiş olacak ki, gerçek olaylardan esinlendiğini ekleyerek yapımı bir nevi kurtarma çabasına girişmişler. Aslında kimse gerçekten bu iki dalgıcın köpekbalıklarına yem olup olmadığını bilmiyor. Bunun gerçekleşmiş olabileceğine dair tek kanıt köpekbalığının içinde bir kamera bulunması, ki bu duruma neden olabilecek birçok başka sebep saymak mümkün.
The Pursuit of Happyness (2006)
The-pursuit-of-happyness- filmloverss

Gabriele Muccino’nun yönetmen koltuğunda oturduğu ödüllü yapım The Pursuit of Happyness, Chris Gardner adlı karakterin eşinin evi terketmesinin ardından oğluyla verdiği yaşam mücadelesini ve bu esnada işsiz olmasının getirdiği zorlukları oldukça dokunaklı ve etkileyici bir biçimde işleyen bir film. Bir gece metroda uyumak zorunda kalmaları gibi can alıcı sahnelerde Will Smith ve oğlu Jaden’ın başarılı oyunculukları filmin başarısını oldukça artırıyor. Filmin sonuna geldiğimizde işler değişiyor ve Chris bir iş buluyor. Bir dram klasiği olarak nitelendirebileceğimiz filmin hatalı kısımlarına gelecek olursak; Chris’in ilk birkaç ay boyunca oğlunun nerede olduğuna dair hiçbir fikrinin olmaması, oğlunun eşinden değil bir metresten dünyaya gelmesi, filmde çok iyi bir insan olarak görmemize rağmen aslında mükemmel bir baba olmaktan oldukça uzak olması, oğlunu yeterince umursamıyor olması, eşine sayısız kez şiddet uyguladığı için tutuklanması ve son olarak filmin en önemli sahnelerinden biri olarak kabul edilen rubik küpünü çözmesinin tamamen kurgusal olması gibi affedilemeyecek kadar önemli gerçekler gün yüzüne çıkıyor.
The Imitation Game (2014)

Benedict Cumberbatch’in ve Keira Knightley’nin başrolü paylaştığı Akademi ödüllü The Imitation Game, bir dahi olan Alan Turing’in İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz hükümeti tarafından Almanların şifreli yazışmalarını çözmek amacıyla görevlendirilmesini ve güçlü bir icat yaparak şifreyi çözmesini konu alıyor. Ayrıntılardan bahsedecek olursak; filmde Turing’in icat ettiği makine tam olarak onun icadı sayılmaz. Turing, Polonya’da icat edilen bir modeli takım arkadaşlarıyla beraber geliştirir ve başarıya ulaştırır. Buna ek olarak, filmde yansıtılanın aksine takım arkadaşlarının bu icatta büyük bir payı vardır. Turing eşcinsel dürtülerini bir sır gibi saklamasından dolayı gergin ve endişeli bir portre çizer fakat gerçek hayatta takım arkadaşları onun oldukça arkadaş canlısı olduğunu ve eşcinsel olduğunu söylemekten çekinmediğini belirtir. The Imitation Game’in başarılı bir film olduğunu yadsınamaz bir gerçek fakat abartılan bu kadar detay varken gerçek olayların temel alındığını söylemek doğru bir yaklaşım olmuyor.
Joy (2015)
Joy-filmloverss

David O. Russell’ın yönetmenliğini üstlendiği ve kadrosunda Jennifer Lawrence ve Robert De Niro’nun bulunduğu taze yapımlardan Joy; eşinden ayrılmış, iki çocuklu ve maddi sıkıntılarla boğuşan Joy Mangano’nun “Mucize Paspas” ı icat etmesinin ardından şirket sahibi bir milyonere dönüşmesini anlatıyor. Evet, Joy Mangano “Mucize Paspas”ı icat etti ve hayatı kurtuldu. Ne var ki, Joy gerçek hayatta üniversite mezunudur ve işletme okumuştur. Eşiyle üniversitede tanışmış ve 3 çocukları olmuştur. Filmde yansıtılan dram ögelerinin hiçbiri Joy’un hayatında vuku bulmamıştır. Üvey kız kardeşi yoktur. İcadını pazarlama konusunda neredeyse hiç sıkıntı çekmemiştir ve paspas üretime geçtiği an bütün maddi sıkıntıları çözülmüştür.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.